SuSpecTT
Administrator
Yaş :
Kayıt tarihi : 09/01/09
Mesaj Sayısı : 41
Nerden :
|
Konu: Hıristiyanlığın ilk 1000 yılı ve sanat C.tesi Ocak 17, 2009 3:52 pm |
|
|
HIRİSTİYANLIĞIN İLK 1000 YILI VE SANAT
Hıristiyanlık İ.S. 33 yılında Hz İsa’nın çarmığa gerilmesiyle daha ilk dönemlerinde büyük baskılara maruz kaldı. Havarilerin Roma İmparatorluğu içine yayılmalarına ses çıkarmayan iktidar zaman içerisinde bunlara kovuşturma açmaya başladı. İlk yüzyılı bulan bu süreçten sonra artık Hıristiyanlar topluca kıyımlara uğrayan ibadetlerini gizlice yapan öte yandan sayıları hızla artan bir ümmet durumunu almışlardı. Hıristiyanlığın tek Tanrı (monoteizm) anlayışına sahip olması Roma içinde hüküm süren Paganizm ve Stoacılık dinleri ya da felsefi anlayışları karşısında önemli bir düşünsel üstünlük sağlıyordu. Pavlus’dan bu yana iyi bir örgütlenmeye büyük önem veren Hıristiyanların önde gelenleri dinlerinin yayılması için sanatı kullanmaya karar verdiler.
Hıristiyanların ilk ve en önemli yerleşim yerlerinin başında gelen Kapadokya’da bir yandan dinin yayılması için misyonerler yetiştirilirken bir yandan da daha çok mürite sahip olmanın ve güçlenmenin yolları aranıyordu. Sanat en büyük yardımcı olarak görülüyordu.
Kapadokya’da mimari açıdan değerlendirilebilecek ilk kiliseler (Bazilikalar) yapılıyordu. Hem gizli olmasını sağlaması hem korumasının kolay olması bakımından hem de imparatorluğun ortasında yer alması bu bölgeyi cazip hale getirmişti. Bazilikalar kayalar içine oyularak oluşturulmuştu. Genellikle çok küçük idi. Ancak önemli ayinlerin yapıldığı bir-iki büyük Bazilika da bulunuyordu. Dinlerinin yasak olması anlatmak istedikleri bir çok olayı simgelerle anlatmaları sonucunu doğurmuştu. Örneğin Hz. İsa’yı simgelemek için bir çoban ve ümmetini simgelemek için koyunlar en yaygın kullanılan simgelerdi. Bunun dışında ancak inisiye olanların kavrayabileceği bir takım geometrik şekiller çizgiler vb kullanılıyordu. İ.S. 313 yılında İmparator Konstantin’in Hıristiyanlığı serbest bırakması ile artık simgeler bir kenara atılmış ve anlatılmak istenen kim ise onun resmi Bazilikalara çizilir olmuştu. Tüm bu resimlerde Hz İsa’nın resmi de bugünkünden biraz farklı olarak sakallı değil de genç bir delikanlı halinde çiziliyordu.
Dinin önde gelenleri çok iyi bir noktayı yakalamışlardı. Okuma yazma bilmeyen halka bu yeni dini öğretmenin en iyi yolu onlara resimler göstermekti. Böylece hem dinsel olayları daha rahat öğreniyor aynı zamanda -imgelemin gücüyle- yeni dinin insanların dünyasında yer tutması sağlanıyordu. Kanımca yeni insanlar arasındaki bu hızlı yayılımında sanatın insanlar üzerindeki etkisi önemli bir yer tutmaktaydı.
Hıristiyanlığın bu ilk yıllarında çizilen fresklerin konusuna gelince; doğaldır ki en önde gelen konu Hz İsa ve Havarilerin İncil’de anlatılan maceraları idi. Böylece dine yeni giren okuma-yazma bilmeyenler kolayca adapte oluyorlardı. İkinci ve çok işlenen bir diğer konu ise Hıristiyanlığın Paganizm’e olan üstünlüklerinin anlatılmasıydı. Örnek vermek gerekirse Hz İsa Aziz Petrus ve Aziz Pavlus’u yanına alarak göklerin krallığında oturuyor ve ayaklarının altında gökkubbeyi taşıyan Pagan Tanrı Herakles bulunuyordu.
Bazilikaların yapısına değinmek gerekirse; bunların boyunun eninden uzun ortada büyük bir bölme ve her iki yanda sütunlarla ayrılan daha küçük iki bölme halinde olduğu söylenebilir. Dipte “apsis” yarımdairesi bulunuyordu ve burada genellikle Hz. İsa’nın bir freski bulunuyordu. Apsisin boşluğunda “sunak masası” bulunuyordu. Bu bölüme “koro” deniliyordu. Ortadaki büyük bölüme “sahın” yanlardaki bölümlere ise “yan sahın” ya da “kanat” deniyordu. Böyle basit yapılarda başlayan yeni din konumuzun dışında kalan dönemlerde göksel kiliselere dönüşecekti. Ama daha çok zaman vardı bunun için.
Bizans’da yeni dinin serbest kalmasıyla Hıristiyan olanların sayısı ivme kazanmış hatta manastırlara kapanan dindarların sayısı dönem dönem öyle artmıştı ki tarlalarda çalışacak insan sıkıntısının doğduğu bile olmuştu. Doğaldır ki bu dönemde Kiliseye verilen bağışların miktarının artmasıyla artık Kiliseler daha zengin süslemelerle süslenir olmuştu. Önceleri yalnızca freskler yapılırken zamanla ikonalar yapılmıştır. Çok zengin mozaikler bunları takip etmişti. Hatta altın kaplamalı eserler Kilise zenginleştikçe daha çok görülür olmuştur. Böylece Kiliseye girenler büyüleyici freskler ikonalar ve mozaikler eşliğinde sürekli yakılan tütsülerle mistik bir havaya bürünerek kendilerinden geçiyor Hıristiyanlığın etkisine giriyorlardı.
Fresklerin ve ikonaların sayısının artması ile artık gündeme yeni bir sorun geliyordu. Başlangıçta puta taparlara karşı çıkan onları tek Tanrı inancına çağıran Hıristiyanlar artık bir takım resimlerin karşısında ibadet ederek tıpkı eleştirdikleri puta tapanlar gibi mi olmuşlardı? Hıristiyanlığın ilk yıllarında insanları yeni dine kazandırmak için yapılan resimler artık toplumlarda tıpkı kendilerine uygulanan soykırımların benzeri soykırımlarla yok edilen puta taparlar olmadığına göre bir anlam ifade etmiyorlardı. İşte bu söylemle ortaya çıkan çevreler toplumda ses getirmeye başlamışken VI. Yüzılda yaşamış olan Papa Gregorius Magnus konuya taraf oldu. Okuma yazma bilmeyenlerin dinsel imgeler sayesinde din hakkında bilgi sahibi olduğunu ‘nasıl ki yazı okumasını bilenin işine yarıyor resim de ne okumasını ne de yazmasını bilmeyenin işine yarar’ diyerek sanatın yanında yer almıştı. Her ne kadar din için böyle konuşmuşsa da böyle bir yetkenin sanatın yanında olması tarihde çok az görülen bir olgudur.
Bundan böyle dinsel imgelere karşı çıkanlar karşılarında Papa’nın bu sözlerini bulacak ve susacaklardı. Böylece sanatçılar da Kiliseleri yeni fresklerle ikonalarla dolduracaklardı. Uzunca bir dönem bu dinsel imgeler sanatta bir çok yeniliğin bulunmasına büyük adımlarla ilerlemeler sağlanmasına neden olacaktır. Kısaca Hıristiyanlığın sanatın yanında olan bu tavrı sanatın taşıyıcılığını yapacak gelişmesine büyük katkılarda bulunacaktı. Sanatçılar dinsel konularla bile olsa yaratıcılıklarını sonuna kadar kullanma olanağı bulacaklardı.
Roma’da sanat-din ilişkisi bu yolda ilerlerken doğuda Bizansda işler biraz karışır. Bunca resmin Hıristiyanlığı puta tapıcılara döndürdüğünü düşünenler bir araya gelerek bir parti kurarlar: İkonoklastik parti. İkonoklast put kırıcı anlamını taşır. 745 yılında iktidara gelen bu parti Kiliselerdeki bütün ikonaları kırmış bütün freskleri boyamış imha etmiştir. İktidarda kaldıkları yüzyıl boyunca hiç bir resim yapılmamıştır.Ancak yüzyılı biraz aşkın olan bu dönemden hemen sonra Kiliseler tekrar sanatla buluşmuştur.
Bir noktaya daha değinmekte fayda vardır ki o da doğunun sanat karşısındaki tutumudur. Batıda sanat yeni tekniklerle sürekli değişir ve gelişirken doğuda sanat ilk haliyle kalmış ve hiç değişmemiştir. İnsanlar yapıtlarına imza atmamış ve bir eserin mükemmelliğini eskilerden farklı olmamasıyla belirlemişlerdir. Böyle olunca hiç bir yeni teknik bakış açısı ya da hiç bir yorum farklılığı ya da yeniliği olmamıştır.
Her ne kadar bu tutum ileride sanatta Rönesansın doğmasına önemli bir katkıda bulunacaksa da doğu için bir kayıp olmuş ve sanat doğuda hemen hemen hiç gelişememiştir.
Sonuç olarak denebilir ki; barbarlığın hüküm sürdüğü yüzyıllarda Kiliseden aldığı bu destekle sanat nedeni ne olursa olsun beslenmiş gelişmiş ve bugünleri hazırlayan yetkinliğe doğru ilerlemiştir. Hıristiyanlık yayıldıkça gittiği yörelere sanatı götürmüş ve buralardan geri beslemelerle iyice gelişmiştir. |
|